Geleneksel Milli Tıp

Mizaçlar

Mizaçlar hususu Kur’an-ı Kerim’de şu ayetle ele alınmaktadır.
“Her Canlı Mizacı (Karakteri) Gereği Hareket Eder” (İsra 84). Bu ayete göre insanların fiziki görüntülerinin, kişiliklerinin ve hastalıklarının her mizaçta farklı olduğunu görüyoruz.  Kâinatta her maddenin kendine has bir mizaç yapısı vardır. Fakat insan denen varlık ise diğer varlıklara göre çok farklı bir yapıya sahiptir. Çünkü kâinattaki bütün canlıların mizaç yapıları değiştirilebilir. İnsanda ana mizaç dediğimiz olgu mutlaktır.  Geleneksel Tıp’ta kişinin ana mizacı anne ve babanın mizacının birleşiminden oluşan yeni bir mizaçtır. İnsan ana rahmine düştüğü andan itibaren annenin ruhsal durumuna ve annenin beslenme şekline göre mizacı şekillenmeye başlar. İnsan dünyaya geldikten sonra ise coğrafik yapı, iklim yapısı ve bu iki etkenin birleşimi sonucu oluşan bitki örtüsünün sunduğu beslenme tarzı ile mizaç olgusu kişinin mizacında ana etkenler olarak yer almaya başlar.
Duygu ve hastalıklar değişebilir
İnsanın ana mizacına müdahale söz konusu değildir, yenilen besinlerle kişilik, duygu ve hastalıklarına uzun vadeli planlarla müdahale edilebileceğini belirtiyor.  Mizaç olgusu çok iyi algılandığında kişinin mizacına göre gelecekte ortaya çıkacak hastalıklar bilinebilir bu hastalıklar daha ileri ve daha geri safhalara çekilebilir, bunu da mizaca göre beslenme ile yapabilirsiniz.
Safravi Mizaç :
Kişilik olarak keskin kurallara sahiptir. Fiziki görüntü olarak çok kilolu olmayıp kuru bir cilt yapısı ve yüksek beden ısısına sahiptir. Kolay hastalanmayan fakat hastalandığında tedaviye geç cevap veren bir özelliğe sahiptir. En çok sindirim sistemi ve alzheimer gibi hastalıklarla karşılaşırlar.Demevi Mizaç:
Kişilik olarak en oturaklı uysal yapıcı  mizaçtır orta yol insanlarıdır. Fiziki yapı olarak hafif kilolu cilt rengi kızılımsıdır,beden ısıları yüksektir. Kolay hastalanırlar ve tedaviye kolay cevap verirler. En çok karaciğer ve kan kaynaklı cilt hastalıkları ve  kalp damar rahatsızlıkları gibi hastalıklarla karşılaşırlar.
Balgami Mizaç:
Kişilik olarak  keskin kuralları olmayan kontrol edilebilir bir kişilik yapısına sahiptirler. Fiziki görüntü olarak ise kilolu beyaz tenli güzel bir cilt yapısına sahiptirler. Beden ısıları düşüktür, kolay hastalanır ve tedaviye hızlı cevap verirler. En çok; romatizmal hastalıklar,akciğer ve parkinson gibi hastalıklarla karşılaşırlar.
Sevdavi Mizaç:
İinatçı, vesvese sahibi, uyum sorunu yaşayan bir kişilik yapısına sahiptirler. Fiziki olarakta,  çok yemesine karşılık zayıf bir bedene sahiptir ve sürekli üşüyen bir yapıları vardır. Cilt yapısı olarak kuru bir cilt yapısına sahiptirler. Kolay hastalanmazlar, hastalandıklarında ise tedaviye çok zor cevap verirler. En çok karşılaştıkları hastalıklar ise, bağırsak sistemi rahatsızlıkları ile ruhsal yapı bozukluklarıdır.Ateş=Safra
Hava=Hun (demevi)
Su=Limga (Balgam)
Toprak=SevdaBu dört unsur madde yokken vardır. Bu unsurlar kendi aralarında oluşturdukları dengenin sonucunda madde meydana gelmiştir. Her maddenin madde özelliğini taşıyabilmesi için bu dört unsurun dengesine ihtiyacı vardır. Yani maddenin temelinde bu dört unsur vardır” MİZAÇLAR.

 

Geleneksel Milli Tip Ninelerimizin şifalı bitki kültürü aslında Osmanlı hekimlerinin öğretilerinden geliyor. 150 yıllık süreçte kaybolmaya başlayan bu yaşam birikimi şimdi modern tıpla bütünleşerek geri geliyor. “Eski tıp tedavi etmek, yeni tıp tedavi ettiği kişiyi tanımak üzerine inşa edilmiş. Osmanlı’da hekim önce sağlıklı yaşam nasıl olur onu anlatır ve halkı eğitirdi” diyen Prof. Dr. Ayten Altıntaş, Osmanlı hekimlerinin sağlıklı yaşam konusunda öngörülerini şöyle anlatıyor: Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir hekim tayin olduğunda gittiği yerde önce dağları taşları inceler, rüzgâr nereden esiyor, bitkiler, suların kalitesi, etraftaki madenler nedir, o bölgede yaşayan insanlar hangi saatlerde çalışıyor diye araştırma yapardı. Yani eski hekimler yalnızca insan bedenine çalışmaz, önce hastalanma şartlarını düzeltmek için uğraşırdı…

‘İNSAN BEDENİ EVRENDİR’

Osmanlı hekimleri, insan bedeninin evreni oluşturan element ve niceliklerden meydana geldiğini, bunların da toprak, hava, ateş ve su ile sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve nem olduğunu varsayardı. Mizaç ve ‘hılt’a (kan, safra, sevda ve balgam) göre tedavi yöntemleri ise şöyleydi: Hıltlar yiyeceklerin midede hazmedilmesiyle meydana gelir ve damarlara dökülerek kanla beraber vücudun her yerine yayılır. Bu nedenle hıltların fazlalığı veya eksikliği o bedene hastalık getirir. Kan, bugünkü tanımındaki gibi vücudu besleyen en önemli unsurdur. Kanın tabiatı sıcak ve nemlidir. Genellikle et ve rafadan yumurta yendiğinde hemen oluşur. Safra, karaciğer tarafından yapılıp öd kesesinde toplanan sıvıdır. Safranın tabiatı sıcak ve kurudur, sarı renktedir, tatlı ve yağlı yiyecekler yendiğinde oluşur. Sevda, dalakta oluşur ve kana akar. Tabiatı soğuk ve kurudur, siyah renktedir, tuzlu ve lezzeti keskin yiyecekler (tuzlu, peynir, kuru balık, sarmısak gibi) yendiğinde oluşur. Balgam ise beyinde yapılanan beyaz bir sıvıdır. Tabiatı soğuk ve nemlidir, beyaz renktedir, nemli ve taze gıdalar (balık, yoğurt, yaş meyveler gibi) yendiğinde oluşur.

‘MİZACINA GÖRE YE’

Yoğrulmak ve karışmak anlamına gelen mizaç ise hıltların belli oranda karışarak meydana getirdikleri bir tabiat. Bu 4 hılt herkesin bedeninde aynı oranda oluşmadığı için her insanın tabiatı farklı. Bu sebeple Osmanlı hekimleri, hastalıkları tedavi ederken önce kişinin mizacını belirlerdi. Eski tıbba göre insanlar genellikle demevi, safravi, sevdavi veya balgami mizaçlı olarak ayrılıyordu.

Demevi mizaç: Benzi pembe, dili kırmızı, idrarı kızılımsı renktedir. Bedeni sıcaktır, nahoşluk ve hafif terleme hisseder. Koldaki damarlar hızlı atar. Ağız tadı tatlımsıdır. Gövdesinde sivilceler çıkar. Çok esner. Burnu sık kanar.

Safravi mizaç: Buğday tenli, gözleri ve yüzü sarıdır. Bedeni sıcak, damarları kan doludur ve hızlı atar. Ağız tadı acıdır ve susuzluk hissi fazladır. İştahsız ve uykusuzdur, kolayca midesi bulanır, sıtma tutar gibi titremeleri olur. Ispanak, erişte çorbası yemesi gerekir.

Sevdavi mizaç: Kanları koyu renkli ve kıvamlıdır. Zayıf bedenli ve kara sarı benizlidirler. İştahlıdırlar ama zayıf ve incedirler. Uykuları gelmez, düşünceli, kederli ve karamsardırlar. Sevda hıltı genellikle ihtiyarlıkta ve sonbaharda artar. Yahnileri, dolmaları biber ve tarçınla yemeleri gerekir.

Balgami mizaç: Benizleri beyaz ve renksizdir. Bedeni soğuk, gövdesi gevşek ve ağırdır. Damarları hafif atar. Az su içer, çok uyur, tembel, gayretsiz ve durgun olurlar. Burunlarına gargara yapıp balgamdan temizlemeleri gerekir.

Soğuk mizaçlılara her öğünde baharat

Hekimler, mizacın yanı sıra hastanın sıcak, soğuk, nemli veya kuru tabiatlı olmasına da bakardı. Sıcak mizaçlılar, soğuk hava ve soğuk sudan hoşlanır. Soğuk tabiatlı olanlar ise aksine sıcak hava ve sıcak sudan hoşlanır. Nemliliği baskın olanlar da kuru hava ve kuru gıdayı sever. Kuruluğu baskın olanlar nemli havayı sever. Soğuk mizaçlılar, hafif gıdalarla beslenmeli, her öğünde mutlaka biber, kimyon, baharat tüketmeli.

Yattım sağıma döndüm soluma

Osmanlı hekimleri hastalarına yatmadan 4 saat önce yemek yemeyi bırakmalarını, önce sağ tarafa, bir müddet sonra sol tarafa dönüp uyumak gerektiğini tavsiye ederdi. “Önce sağ tarafına yatacaksın ki midende kalanlar alt tarafında toplanacak, o pislikten kurtulacaksın. Sol tarafına döneceksin ki karaciğerin midenin üzerini kapatacak ve sıcak tutacak.” Vücudun iç sıcaklığı 35 derece. Bu sıcaklığı korumak zorundasınız.

PROF. DR. ALTINTAŞ’IN KİTABINDAN EN İYİ GIDALAR

Vücudunuz iyi bir kimya laboratuvarı başkanıdır, onu iyi dinleyin. Tuzlu veya acı yerseniz onu tatlıyla dengelemeniz gerekir. Çeşit çeşit gıda yemeyin. En iyi gıda ekmek, et, tereyağ, rafadan yumurtadır ki bunlar kolaylıkla hazmedilir. Onun dışındaki gıdalardan ot ve kökler, ilaç niteliğindedir. Gıda olarak yenmemelidir. Mesela ıspanak yiyecekseniz suyunu dökün, çünkü ıspanak ilaçtır. Ya da hıyar, marul, kabak ve buna benzer sebzeler yendiğinde, bunların ilaç etkisini düzeltecek sarmısak, pırasa, nane yenmesini önerirlerdi. Vücutta tıkanıklığa sebep olacak ağır yiyecekler yenmişse (keşkek, paça, hamursuz ekmek ve nişasta helvası gibi) o zaman üzerine semizotu yaprağı, kabak ve marul gibi tıkanıklığı açacak şeyler tüketilmeli. Keskin tuzlu yiyeceklerin ardından da kabak, hıyar veya benzeri yaş ve tatsız yiyecekler yenmeli ki vücudun tuzunu alsın.

2 öğün yemek

Osmanlı’da yemek, geç bir sabah kahvaltısı ve erken bir akşam yemeği olmak üzere 2 öğündü. Bir de sağlık açısından iki günde bir 3 öğün yenmesi tavsiye edilirdi. Sofraya acıkmadan oturulmaması, doymadan kalkılması önerilirdi. Spor veya ağır iş yaptıktan sonra süt, taze balık, yaş kayısı, şeftali gibi soğuk nitelikli yiyecekler yenmemesi gerekiyordu…

Deniz kenarı ve insan tabiatı

Osmanlı’da yemek, içmek, uyumak, banyo yapmak hatta evlerin inşa edileceği yer bile doktorların uygun gördüğü şekilde seçilirdi. Örneğin deniz kenarı insan tabiatı için iyi değil, en sağlıklı insan dağlık yerlerde yaşar; rüzgârlı yerler, vücuttaki toksinleri alıp götürür, nemli hava insan vücudunda kokuşmalara sebep olur…

En sevdiklerini ye

Hızlı yemek gibi ağır yenen yemek de mideyi yorar, hazımsızlık yaşanır. Farklı tabiattaki yiyecekleri aynı öğünde tüketirseniz midede kalıntılar meydana gelerek karmaşık hastalıklara yol açar. Nezle, eklem ağrıları ortaya çıkar, mide zayıflar, beden gevşer. En çok sevdiğiniz yemeği bolca yiyin, diğer çeşitleri ise sonraki öğüne bırakın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir